Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekili Ahmet Şık, Meclis Genel Kurulu'nda devam eden bütçe görüşmeleri sırasında, Anayasa Mahkemesi kararına rağmen tahliye edilmeyen ve milletvekilliği düşürülen TİP’in Hatay Milletvekili Can Atalay adına söz aldı.
Şık, Can Atalay'ın Silivri Hapishanesi’nden Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’na yazdığı mektubu kürsüde okudu.
“BİLİYORUM, HAPİSHANEDE UNUTTURMAK İSTİYORSUNUZ”
Atalay mektubuna, "Biliyorum hatırlamayı istemiyorsunuz. Yok sayarak ve hapishanede unutarak, unutturmak istiyorsunuz. Ancak buna rağmen Hatay halkının destekleriyle seçilmiş, sizlerden hiç farkı olmayan bir milletvekili olarak sizlere Silivri Cezaevi’nden sesleniyorum."
"Anayasa’yı korumakla sorumlu bir kurumun sayın temsilcileri" diye hitap etmek isterdim, ama durumum buna uygun değil, affedin lütfen.
“ÜLKE BİR ANAYASA’YA GÖRE Mİ YÖNETİLİYOR?”
Genel Kurul'a hitap eden Atalay, "Şu an bu ülkede, üzerinde konuştuğunuz bütçe de dahil olmak üzere, her türlü karar ve işlemin temeli olan geçerli bir Anayasa var mı? Ülke bir Anayasa’ya göre mi yönetiliyor? Bütçeden hangi kuruma ne kadar pay ayrılacağıyla ilgilenirken, Anayasa’nın çiğnenmesine ne kadar dikkatiniz var?" diyerek mektubunu sürdürdü: "Anayasa Mahkemesi, 22 Şubat’ta verdiği kararda 'Türk hukukunda yeri olmayan bir yazının genel kurulda okunması suretiyle fiili bir durum oluşturuldu' ifadelerine yer verdi. Mahkemenin defalarca verdiği ancak görmezden geldiğiniz kararları tekrar etmeyeceğim. Zira Anayasa’yı korumakla yükümlü olan Meclis, görevini yapmamakla kalmayıp fiili duruma boyun eğmiştir. Durum son derece açıktır. Bu duruma sebep olanlar, hukuksuz işlemlerinin savunulamayacağının farkındalar ve çareyi durumu yok saymakta bulmuşlardır. Hukuk tanımaz gerekçelere sığınarak, Anayasa’yı açıkça askıya almışlardır."
BAKANLIKLARIN İHMAL VE HATALARINI TEK TEK SAYDI
Atalay mektubunda şu ifadelere yer verdi:
"Meclis oturumlarına katılabilseydim, katkıda bulunduğum toplumsal gerçekler hakkında daha kapsamlı ve somut bilgiler sunmak isterdim. Örneğin 'Çevre Şehircilik Bakanlığı' veya 'Kültür ve Turizm Bakanlığı' uygulamaları hakkında çok fazla şey söyleyebilirdim. Gezi, Taksim Meydanı, Tarlabaşı, Sulukule, Validebağ Korusu, Emek Sineması, Galataport ve Kuzey Ormanları gibi, avukat olarak takip ettiğim olaylarla kamu kaynaklarının nasıl talan edildiğini ve bu kaynakların nasıl bir avuç kişiye aktarıldığını anlatmak isterdim. 'Özelleştirme' politikalarının ne sonuçlar doğurduğunu, örneğin, 25 insanımızı kaybettiğimiz Çorlu Tren Katliamı’nı hatırlatmak isterdim. Enerji Bakanı ve Çalışma Bakanının yüzüne, işçilerin hayatını değil parayı önceleyen bu düzenin, Soma’da, Kınık’ta, Savaştepe’de yarattığı acıyı dile getirmek isterdim."
Millî Eğitim Bakanlığı, denetlenmeyen binlerce cemaat yurdunu takibine alırken, belediye kreşlerine göz dikmiştir. Aladağ’daki yangınfacı çocuklarımızın avukatıydım. Bu dava ve daha niceleri üzerinden laikliği tehdit eden ve çocukları tarikatlara teslim etme çabasını ifşa etmek isterdim."
“YURTTAŞLARIMIZ ÖLDÜRÜLMESİN DİYE AYIRDIĞINIZ BİR BÜTÇE VAR MI?”
Milyonlarca yurttaş, insanca yaşamak için yeterli bir gelir kazanmayı, eğitim ve sağlık hizmetlerinin hak olarak kabul edilmesini, çalışırken ölmenin normalleşmediği, doğal varlıklarının korunduğu ve yoksulluğun ortadan kalktığı günlerin özlemi içindedir.
Peki, sorarım; yurttaşlarımızın ölmemesi, öldürülmemesi ve insanca yaşamaları için ayırdığınız bir bütçe mevcut mu? Çocukların okullarda en az bir öğün sağlıklı beslenmeleri için? Kadınların özgürlüklerine? Yenidoğan bebeklerin para için el uzatamayacakları bir sağlık sistemine? 6 Şubat depremiyle tahrip olan Hatay’ın yeniden canlanmaya çalışan halkına?
YOK! Yok! Yok!
Ama bilin ki bizler, bu durumu değiştirmek için mücadele etmeye ve direnmeyi sürdüreceğiz! Ne yaparsanız yapın, bu ülkeyi ve insanlarını sadece para için çalışanlara terk etmeyeceğiz!"